Tarihçe

TÜRK KÜLTÜRÜ,

YIL I, SAYI 1, KASIM 1962’DEN… AMACIMIZ
Bir yıldan beri kuruluşu ili uğraşılan Enstitümüz, nihayet bu derginin ilk sayısını çıkarmakla, yayın hayatına atılmış bulunuyor. Milli kültürümüzün türlü yönlerini araştırma ve tanıtma konusu olarak ele alan kardeş yayınlar arasına katılarak bu yoldaki incelemelerin ilerlemesine hizmet, etmek ve elimizden geldiği kadar milletimizin kültür alanındaki kalkınmasında yardımcı olmak, amacımızın temelini teşkil etmektedir.
Enstitümüz, Türk dünyasını bir bütün olarak ve her yönden araştırmak gayesiyle kurulmuştur. Fakat yanlış anlaşılmaması için hemen ilave edelim ki, çalışmalarımız tamamiyle İlmî olacaktır. Siyasî iddia, hele ihtiraslardan uzak kalarak bilimsel araştırmalara dayanan bir yol tuttuktan sonra, tabiidir ki bu araştırmalarımızı siyasî ölçülerle sınırlandırarak bilimin icaplarını aksatacak bir yolda yürüyemezdik. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışında da türlü boy adları taşımakla beraber dünya çapında ad kazanmış bilginler, Türk olarak kabul edilen ve Türkçenin birer lehçesini konuşan birçok topluluklar vardır. Türk kültürü ile ilgili araştırmalarda ancak bunların hepsini de göz önünde bulundurarak ve hepsine de aynı değeri vererek hareket etmekle bilimin icaplarını yerine getirmek mümkündür. Bir dil bilgini için, hangi ülke ve bölgede ve hangi siyasî sınırlar içerisinde konuşulursa konuşulsun, Türkçenin bütün ağızları eşit derecede değerlidir.
Türk sanatı, Türk tarihi ve Türk kültürü ile ilgili bütün diğer konular için de aynı prensipler konabilir. Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması neticesinde Trakya’da, Kıbrıs’ta, Suriye ve Irak’ta kalan Türk topluluklarını sırf Türkiye sınırlarının dışında bulundukları için ilmi araştırmalar içine almazsak, bilim yolunda yürümemiş oluruz. Çünkü bilim hakikati araştırır, hal buki bu toplulukların varlığı ve Türklüğü hakikatin tâ kendisidir. İran, Kafkasya, Kırım, Îdil-Ural, Türkistan ve Sibirya’da yaşayan diğer Türk boyları için de aynı şeyleri söyleyebiliriz: Bu ülkelerde yaşayan Türk boylarının kütür hayatının araştırması da Enstitümüzün çalışma planı içine alınmıştır. Bununla beraber tekrar şunu hatırlatmak isteriz ki, biz, mevcut siyasi cereyanların hiç birine bağlı değiliz. Maksadımız, bunların bugünkü ve yakın mazideki kültür hayatlarını bilim metotlarıyla araştırmaktan başka bir şey değildir! Nitekim Almanya, Fransa, İtalya ve hatta Rusya gibi yabancı ülkelerin bilim kurumları ve Türk dili ve siyasî sınırlara bağlı kalmaksızın bilginleri de aynı tarzda hareket etmekte, Türk lehçelerini, Türk boylarının etnografyasını, tarihini ve sanatını siyasî sınırlara bağlı kalmaksızın araştırmaktadırlar. Bizim durumumuz sadece Türk olarak araştırmalara katılmaktan ibarettir.
Enstitümüz, üniversite enstitüleri gibi bir kurum olup Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vecizesini göz önünde tutarak, bilim yolunda yürümeyi prensip kabul etmiştir. Fakat inancımıza göre yürütmek, birini diğerine yardımcı kılmak gerektir. Nitekim millet ve milliyetçilik problemi dahi sosyoloji çevresinde içerisinde önemli bilim konusunu teşkil etmektedir.
Kültür hayatımızın dil, tarih, sosyal hayat… gibi hangi yönünü ele alırsak alalım bu konularla ilgili ilmi araştırma ve inceleme metotlarını göz önünde bulundurarak çalışmak zorundayız. İlmî araştırmalarla elde edilen sonuçlara ve bunların yardımıyla kurulan şuurlu bir ülküye dayanmadan yürütülen milli kalkınma ve mücadelelerde başarı kazanılmaz.
Enstitümüz üniversite enstitüleri seviyesinde bir müessese olmakla beraberb, yalnız Türklükle ilgili konuları ve bunları da muayyen yönlerden ele alması bakımından bir kısım özellikler taşımaktadır: Kültür problemleri temel teşkil etmek üzere Türk dünyası bir bütün olarak araştırılacak ve üniversitelerimizde mücerret birer mesele olarak ele alınan konuların, Türk boylarının bugünkü hayatına ve geleceğine müessir olacak yönleri üzerinde durulacaktır.

Tarih:

Meselâ, Türk tarihi araştırılacak, fakat tarihimizin bilhassa yeni ve Türk dünyasının bugünkü hayatına doğrudan doğruya müessir olan en yeni tarihi, araştırmalarımızın esas merkezini teşkil edecektir. Fakat çok eski tarihi olaylar ve arkeolojik araştırmalarla da ilgilenmek zorunda kalabiliriz, çünkü bu gibi konular bazı rejimler ve zümreler tarafından yanlış tefsir edilmekte ve muayyen maksatlar uğrunda değiştirilerek istismar edilmektedir.
Etnoloji:
Türk dünyasının tarihteki ve bugünkü etnik durumu, muhaceretler, karışmalar, nüfus istetistikleri ve bunların Türk ülkelerinin yakın mazisi, bugünü ve geleceği bakımından oynayacağı rol ayrı birer araştırma konusu olarak ele alınacaktır.
Dil:
Dil meselesinde de aynı yol tutulacaktır; Türk lehçeleri arasında bilhassa son devirlerde meydana gelen ayrılıklar üzerinde durulacak, mukayeseli lehçe, gramer ve sözlük gibi konulara da önem verilecektir; Türk folklor araştırmaları yalnız Anadolu’ya inhisar ettirilmeyip bütün Türk boyları göz önünde tutularak ele alınacaktır. İzahlarımızın tabiî bir neticesi olarak, dil devrimi, yalnız Türkiye sınırları içinde kapalı bir problem şeklinde değil, bütün diğer lehçelerin yazı dili ve edebiyatlarını içine alan Türk kültür birliği meselesi halinde mütalâa edilecektir. Dilimiz sadeleşmeli, Türkçeleşmeli ve dil devrimi yaşamalıdır. Fakat bu ameliye, yalnız Türkiye Tiirkçesini değil, bütün diğer lehçeleri de aynı zamanda ve aynı derecede ilgilendiren bir meseledir. Onun için dil devrimi, imkân nispetinde bir bütün ve bütün lehçeler için müşterek bir hâdise olarak yürütülmelidir. Şu anda bütün Türk ülkelerinde kullanılmakta olan kitap, kalem gibi yabancı kültür sözlerinin yerine koyacağımız Türkçe terimler, ancak bütün boylar arasında benimsendiği takdirde birkıymet kazanır.
Çalışma bakımından dil meselesinde göz önünde tutulması gereken noktalar: 1) Akademik araştırmalarla malzeme hazırlanması, 2) Akademik araştırmalarla hazırlanan dil malzemesine dayanılarak dilin kurulması ve işlenmesi. Geleceğin üstün Türkçesini kuracak olanlar, edipler, şairler ve fikir adamlarıdır; fakat bu işin dilcilerin akademik çalışmalarına dayanması şarttır. Dil araştırmalariyle ilgisi bulunmayan sanatçılar dili kendi başlarına işlemeye kalkışırlarsa, tarihinden ve diğer Türk lehçelerinden uzaklaşmış bir dil meydana gelir.

Sanat:
Bir millete mensup boyları ve fertleri biribirine yaklaştıran ve birlik hissini aşılayan, yaşatan konular arasında, dil ile birlikte sanat da mühim rol oynar. Hâlbuki güzel sanatların müzik, mimarî ve tezyinat gibi en mühim dallarında Türk sanatının özellikleri yeter derecede araştırılmamıştır. Bu konuların uzmanları tarafından incelenmesi temin edilecektir. Müzik bakımından ele alınabilecek prensipleri şöylece özetliyebiliriz: Türkiye sınırları içinde ve dışında yaşayan Türk halk müziğinin bir bütün olarak araştırılması, incelenmesi, melodi ve sözlerinin toplanması, tanıtılması ve yayınlanması gerekir. Esas klâsik Türk müziği, sanatkârlarımızın Türk halk müziğine ve batı tekniğine dayanarak yaratacakları sanat eserleriyle kıırulacaktır. Buna göre Enstitümüz Türk boyları arasında yaşayan halk melodi ve sözlerini toplamaya, yaymaya ve tanıtmaya çalışacaktır.

Sosyal problemler:
Araştırılması gereken diğer mühim konular da sosyal problemlerdir: Türk milleti tarihte çeşitli dinlere girmiş ve birçok sosyal meselelerle karşılaşmıştır. Bu yüzden Türklerin kültür, devlet ve maddi hayatlarında birtakım değişiklikler olmuş, fakat Türklük, millet olarak varlığını muhafaza ve müdafaa edebilmiştir. Bilhassa son yarım asır içinde karşılaşılan sosyal meseleler daha da önemli bir çekle girmiştir. Gerek sosyal nizamın kurulmasında, gerek zararlı cereyanlara karşı savaşta bu gibi meseleleri tanıtmak mecburiyetindeyiz.
Hayat Felsefesi:
Burada bütün bilim disiplinlerini sıralamak uzun sürecektir. Hepsinin ayrı ayrı önemini, birbiriyle ilgisini açıklamak ise amaca dair bir önsözün çerçevesi dışında kalır. Bilimlerle kültürün en güzel mânasını ifade etmek üzere felsefeye verdiğimiz değeri belirterek bu noktayı özetlemiş olacağız. Türk kültürünün en geniş mânasiyla kavranması, felsefî kavrayıştan başka bir şey değildir. Böyle bir kavrayış ilmî olduğu kadar da millîdir. Çünkü bir milletin kendi varlık ve misyonu hakkında da genel bir tutumu, bir dünya görüşü vardır. Türk kültürünün araştırılması da bu millî dünya görüşünün meydana çıkarılması, o araştırmaların İlmî terkibinden daha az önemli sayılamaz. Bilâkis her iki genel kavrayış biribirini bütünler.
Coğrafya, iktisat:

Kültür ve sosyoloji problemleriyle birlikte Türk ülkelerinin coğrafî ve İktisadî durumları da birer araştırma konusu olarak ele alınacak ve bu konuların ilgili uzmanlar tarafından incelenmesi temin edilecektir.
Tanıtma:

Türk boyları biribirleriııi yeter derecede tanımamakta, dış dünya ise Türklük hakkında çok az ve yanlış bilgiye sahip bulunmakta ve bu bilgileri de çok defa yetersiz kaynaklardan elde etmektedir. Enstitümüzün diğer bir ödevi de bu boşluğu doldurmak olacaktır.

 YOLUMUZ
Yukarıdaki açıklamalardan sonra kültür, ülkü, millet ve milliyetçilik, halk ve halkçılık konuları bakımlarından da görüşlerimizi belirtmeğe çalışalım.
Kültür:
Kültür kelimesi, fikir adamlarımız tarafından kullanılmış olan Arapça hars’m karşılığıdır ve bugün şu anlama gelmektedir: «Gelenek, sanat ve diğer mânevî kuvvetlerin geliştirilmesiyle kişilerin olgunlaştırılması, çalışmalarının neticesi, icatlarının ortaya koyduğu varlıklar, hedefli ve planlı bir yaşayış tarzı, içimizdeki ve çevremizdeki dünyanın olgunlaşması”

Kültürü tekâmülüne göre: a) İptidaî kavimlerin kültürü, b) Medenî milletlerin kültürü diye; hayat sahasına göre de a) Manevî kültür, b) Maddî kütür şeklinde sınıflandırabiliriz.
Kişi iradesinin, kültür şeklinde tezahür ettiği faaliyet anlarına bazı filozoflar (0. Spengler) kültür sistemleri demişlerdir, meselâ: dil, din, sanat, hukuk, devlet ve cemiyet hayatı gibi. Milletlerin özelliğini teşkil eden kültür ile milletlerarası mahiyet taşıyan medeniyetin (Civilisation) ayrı olarak göz önünde tutulması, araştırmalarda kolaylık teşkil edecektir. Kültür ile medeniyetin birbirleriyle ilgisi: iç ile dış, mevcut ile yapılan, organik varlıkla mekanik varlık, maksat ile vasıta gibidir.
Kişilerin dünya ve Tanrı hakkındaki görüşlerine, hayattan bekledikleri maksat ve ülkülerinin durumuna göre kültür bir değer kazanır ve şuurlu hale gelir. İnsanlar muayyen bir kültür sistemini ülkü olarak benimseyebilirler; meselâ klâsisizm ve idealizm devrinde Avrupa’da kültür, hemen hemen hümanizm ile aynı anlama geliyordu. Alman filozofu J. G. v. Herder kültürü daha yüksek tabiat diye tavsif etmiş, E. Kant ve J. G. Fichte ise: «Kültür, insanın, aklın yardımı ile kendi tabiatının duygularını yenerek kazandığı hürriyettir» şeklinde tarif etmişlerdir. İdeal bir şekilde kültürün değerlendirilmesi, ancak bilimle ülkünün yan yana yürümesiyle, yani yüksek bir bilgiye sahip olan kimselerin, aynı zamanda ülkü yönünden de mücehhez olmalariyle mümkün olabilir (ülkii sahibi kültürlü insan — ülkülü aydın). Milli bir topluluğu bu bakımdan ele aldığımız zaman görürüz ki, o milletin özelliklerini, hayatının gayesini iyice kavramayan ve bu yönlerden şuurlu bilgiye yani ülküye sahip olmayan zümrelerin iş başına gelmesi halinde ülkü ile kültür aykırılaşır, kültür buhranı başgösterir, millet ve devletin hayatı tehlikeye düşer (ülküsiiz medenî insan = ülküsüz aydın).
Hayatta kültürle ülkünün âhenkli bir şekilde biribirlerini tamamlaması ve yan yana yürümesi nazarî ve ideal olarak düşünülmekle beraber, bu yolda aksaklıklarla, yani kültür buhranlariyle de karşılaşılmaktadır. Meselâ, çoğu zaman tahsil, yanlış olarak kültür ve ülkü ile bir tutulmaktadır. Halbuki, ülküsüz aydınlar yanında ülkü sahibi cahillerle de sık sık karşılaşmak mümkündür. Bu hata yüzünden bazân öyle haller olur ki, ülkü cephesi göz önünde tutulmadan aydından, her şey beklenir, seçkinlikte aydın ve medenî olmaktan fazla bir meziyet aranmaz, ancak zamanla halkın özelliklerinden uzak bu gibi aydınların hataları meydana çıkar ve artık umumî efkâr tarafından desteklenmez olur. Millî bir topluluğun geleceğini emniyet altına almak için, kültür buhranının sebeplerini araştırarak buna karşı mücadele etmek gerektir.
Halk ve Milli Kültür:

Yukarıda sözü geçen ülkülü aydın ve ülküsüz aydın zümreler yanında, bir de az tahsilli veya tahsilsiz, fakat millî kültürün canlı bir müzesi olan halk tabakası gelir ki, bunlar da işlenmemiş bir şekilde muayyen seviyede ülkü sahibidirler. Kültür buhranına karşı mücadelede halkın durumu önemli bir rol oynar. Aydınlar neye malik ve neden mahrum olduklarını ve aynı zamanda halkın neye muhtaç ve ne ile mücehhez bulunduğunu bilmelidirler. Aydınların en büyük hatası, halk gerçekliği ve gerçek halk değerleri bakımından nazarî bilgi ve tek taraflı tecrübelerine aşırı güven beslemeleri, gurura kapılarak hüküm yürütmeleridir.
Aydınlık (münevverlik) öğretimle kazanılan bir özelliktir. Öğretim ise, kitaplar, dersler, ders tatbikatı, laboratuvarlar ve bunlardaki çalışmalarla milletlerarası müşterek fikir, metod ve tekniklerin elde edilmesine yarar. Aydınlar zümresinden büyük bir çoğunluğun kültür adına malik olduğu kıymetler bunlardır, yani millî kültürden ziyade medeniyettir. Tahsilsiz olanlar bu medenî mazhariyetlerden mahrum iseler de, buna karşılık, cemiyetin tarihî değerlerini, teamül ve âdetlerini benimsemişlerdir. Millî, hayatın din, ahlâk, hukuk, iktisat, dil ve sanat kaynaklarına daha yakındırlar. Halkın dünya görüşü bu kaynaklarda gizlidir, kullandığı sözler, yaptığı cümleler, söylediği meseller, naklettiği hikâyeler ve ortaya koyduğu hikmetler ile belirir. Aydınlar onun düşünüşündeki tarzı, duyuşundaki üslûbu ele alarak, şiirini, müziğini dinliyerek, raksını, oyunlarını seyrederek, inanış ve ahlâk prensiplerine nüfuz edebilirler. Halkın giyinişinde, evinin mimarisinde, mobilyalarının sadeliğindeki güzellikleri tatmak, masallarını, fıkralarını, menkıbelerini, eski törenlerden kalma akidelerini öğrenmek, halk kitaplarını okumak, coşkun bayramlarını canlandırmak, millî müzeler vücuda getirmek suretiyle halkın vicdanına girebilirler. Kültür müzeleri ve halk ruhuna intibak ederek millîleşebilirler. Kültürün temeli halktadır. Kültür dâvası tek cepheden halka okuyup yazma öğretmek, maarif götürmek ile halledilemez. Halkla, kaynaşmak ve halka hizmet etmek iki cepheden yürütülebilir: 1) Halktan kültür terbiyesi almak için halka doğru gitmek, 2) Halka medeniyet götürmek için halka doğru gitmek. Halka doğru gitmek aynı zamanda kültüre doğru gitmek demektir. Çünkü, halk millî kültürün canlı bir müzesidir.
Millet, Milliyetçilik ve Eğitim:
Milliyet fikri, insan toplulukları arasında fertlerin muayyen bir zümreye bağlı bulunması şuurudur, fertlerin millî benliklerini idrak etmesidir. Fertler kendi hayatlarının, kendi nesillerinin, âdet ve geleneklerinin, dillerinin, şeref ve bağımsızlık gibi her türlü kıymetlerin ancak kuvvetli bir toplum varlığı ile yaşıyabileceğine kanaat getirirlerse, millî şuur derinleşerek ve hislerle birleşerek iman ve ülkü haline gelir.
«Millet, sadece biribirine fizyolojik bakımdan benziyen fertlerin az veya çok sayıda bir mekân üzerinde birleşmeleri değil, daha ziyade bu fertler arasındaki şuur iştirakidir. Bu iştirak dosdoğru ifadesini ancak müşterek dilde bulur» (Schelling). Şuur birliği, ifadelerde ayrılıklar bulunmakla beraber, büyük fikir adamlarının millet konusunda kabul ettikleri müşterek bir esastır. Biz de milliyetçiliği ırkçılıkla değil, bu şekilde, yâni şuur birliği esasında mütalâa ediyoruz: Bize göre Türkçe konuşan, Türk millî şuuruna sahip olan, kendini Türk olarak duyan, Türk olarak düşünen ve yaşayan herkes Türk’tür.
Milletleri hangi yönden incelersek inceliyelim, onun birçok kısımlara bölünen bir bütün ve birçok cemiyet bağlarının düğümlendiği bir merkez olduğunu görürüz: Yukarıda, ancak milletlere dayanarak kurulabilecek bir beşeriyet, aşağıda her türlü sosyal bölümler, teşekküller bulunur. Fakat bütün bunlar, kendilerini saran üstün bir bütünün parçalarıdırlar ve ancak millet realitesi içinde var olabilirler. Millet, yaşamanın gerektirdiği bütün beşerî fonksiyonları içinde toplayan tam bir bütündür.
Milliyetçiliğin prensiplerini işliyen ve inceliyen Avrupalı tarihçi, dilci ve filozofların tuttuğu yol “tabiî hukuka dayanan milliyetçilik”tir, yâni: Milletler eşit haklara maliktir, hiçbir milletin diğerini ezmeğe ve tahakkümü altına almağa hakkı yoktur. Her millet kendi tarzında umumî kültüre yardım etmelidir. Bununla beraber her milletin birinci vazifesi, kendi kültür işlerini en iyi şekilde düzenlemek ve tamamlamaktır.
Bu tabiî yoldan gidilmezse, insanlığın çıkmazlara saplanması mukadderdir. Dünyada bütün milletler komşularının tecavüzünden tamamiyle kurtulur, halâ esaret hayatı yaşıyan milletler hürriyete; kavuşur ve her millet kendi yurdunda yaradılışına uygun faaliyetlerle serbest ve bağımsız bir tarzda gelişirse, ancak o zaman insanlığın ve kültürün daha ziyade mükemmelleşmesi beklenebilir. İnsanların muayyen bir millete mensup olması ve bu millet için de rahatça ve serbestçe çalışıp gelişmesi, dünyada mevcut bütün kıymetlerden daha üstündür. İnsanların tekâmül tarihleri açıkça gösteriyor ki, milliyet hisleri en iptidaisinden en mükemmeline kadar milletlerde hayatın esasıdır ve insanların tabiî temayüllerine de uygundur. Gördük ki, millet dediğimiz topluluğun özelliğini, biribirine insanların taşıdıkları müşterek şuurda aramak gerekir. Bu şuur, milleti teşkil eden fertlerin hareket ve fikir birliğinde, müşterek his, görüş, düşünüş ve değerlerin taşıyıcısı olan müşterek dilde ifadesini bulur. Fakat unutmamalıyız ki, bu şuur birliği yalnız harp esnasında değil, sonsuz bir savaş alanı olan sulh zamanında da her an tehdit altında bulunmaktadır: Ölüm dediğimiz kaçınılmaz akibet yalnız fertleri değil millet içinde kurulmuş olan birliği de onlarla beraber silip süpürmek ve yok etmek ister, fertlerin birlik şuuru bakımından kazanmış oldukları manevî değerleri de maddî varlıkları ile birlikte mezara sürükler. Nihayet bunun neticesinde cemiyet ve millet de tarihten silinebilir. Bundan yetmiş yıl önce bir milleti teşkil eden fertlerin hemen hiçbiri hayatta değildir. Kurumların, meslek derneklerinin, kulüplerin yetmiş yıl önceki üyeleri göçmüş gitmişlerdir. Halbuki bütün bu meseleler ve onları çeviren millet ayaktadır. İlerleme farkları bir tarafa, hisler, görüşler, tavırlar, âdetler, dil, yani millî şuur ve ruh hâlâ yaşamaktadır ve yaşıyacaktır da. Acaba nesillerin kaçınılmaz âkıbetlerine bakmadan milletlere ölmezliği veren vasıta ve kuvvet nedir? Bunu yalnızca yeni doğumlara ve yeni nesillere bağlamak mümkün değildir. Çünkü veraset ancak uzvî ve ruhî varlıkları intikal ettirir. Çocukların yeryüzüne getirdikleri şey bundan ibarettir. Şu halde bu kuvvet ve kudreti başka bir vasıtada aramak lâzımdır ki, bu da eğitimdir. Eğitim, nesillerin değişmesi karşısında bir bütün olan millete devamı sağlayan esas vasıtadır. Bilime dayanan eğitimle, millî kültür nesilden nesle intikal eder ve milletin ölmezliğini sağlar.
Ülkü:
Ülkü, henüz mevcut olmayan, fakat gelecekte nasıl olması gerektiğini düşündüğümüz bir şeydir. Ülkü, yüksek bir gaye etrafında fikir his ve irade kuvvetlerinin muvazeneli ve derin bir şekilde kişinin bütün ruhunu sarması ile teşekkül eder.
Fertlerin de kendi sahalarına göre birer ülküsü olabilir. Meselâ, ahlâk ilmini hedef edinen bir kimse için ülkü, mükemmelliktir; bilimde ülkü hakikatin ortaya çıkarılmasıdır; güzel sanatlarda ülkü, yüksek güzelliğin bulunmasıdır.
Ülküler bilgi değildir, bilgiye ve ilme dayanarak muhayyile ve mantık yardımı ile kurulan umumî tasavvurlardır. Bütün dinî ve felsefî hayat görüşleri bu gibi umumî tasavvurlardan çıkar.
Cemiyetlerin hayatına daha mükemmel bir şekil vermek iddiasiyle ortaya atılan İçtimaî ülküler de vardır, meselâ Alman filozofu Fi. Nietzsche için ülkü üstün insan yaratmaktı. Fiehte’nin ideali milliyetçilikti. Görülüyor ki, İçtimaî hayata yeni yön veren âmil iktisat ve teknoloji değildir, belki insanların olaylar ve şeyler üzerine yarattıkları çok umumî bir takım tasavvurlar, ideallerdir.
Ülkü öyle bir sıcaklık kaynağıdır ki, bununla tutuşan kalblerde irade akıllara hayret verecek derecede kudret kazanır, ahlâkî istidatlar üstün bir şekilde gelişir. Müşterek ülküye malik olan cemiyetlerin harikalar yaratacak kudret kazandıkları malûmdur. Dünya tarihinde ad kazanmış olan milletler, şöhretlerini her şeyden önce müşterek ülkülere borçludurlar.
Şu halde bizim için önemli olan nokta böyle müşterek bir ülkünün tespiti ve felsefesinin işlenip geliştirilmesidir. Ülkümüz öyle olmalıdır ki, bunu herkes tabiî saysın, tereddüde düşmeden kolayca benimsesin.
Buna göre en tabiî yol, ülkümüzü millet sevgisinden almak olacaktır. Bu asırda milliyet ülküsü, millet uzuvları arasında müşterek bir bağ ve ahlâk karakteri için kaynak olarak başta gelmektedir.
Türk milletinin her bakımdan kuvvetlenerek yükselmesi için her çareye başvuran ve bunun ana yollarını çizen Atatürk de bizlere milliyetçilik ülküsü prensibini miras olarak bırakmıştır.
Böylece Enstitümüzün İlmî araştırmalarında kültürle ilgili bilim dalları temel teşkil edecek ve bunun bir neticesi olarak, millet ve milliyetçilik felsefeleri, Türk milliyetçiliği, tarihi, bugünkü durumu, kültür ve ülkü buhranları, Türk dünyasında fikir ve ülkü ayrılıkları, bunların sebepleri, kültür, ülkü, fikir ve işbirliğine ulaşmak için tutulması gereken yolun tespiti… gibi konuların da günün icaplarına göre bilim açısından incelenmesine çalışılacaktır.
“Milliyet dâvâsı siyasî bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müspet ilme, İlmî usullere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir.”KEMAL ATATÜRK
Atatürk İçin…
Dergimizin yayın hayatına giriş tarihinin tam Atatürk’ün fâni vücudunun aramızdan ayrıldığı şu günlere raslamasnı, talihin çok manâlı bir tesadüf eseri sayıyoruz. Zira Enstitümüz, O’nun büyük bir ilgi ile gözettiği ve hele son yıllarında ısrarla savunduğu Türk kültürü ve Türk sosyal dâvaları üzerinde tamamiyle onun çizdiği yollardan yürümek, bu alanlardaki boşluğu doldurmak, büyük Türk Ulusunun şanlı mazisinde yarattığı çeşitli eserleri lâyık olduğu gibi ortaya çıkarmak, dosta düşmana tanıtmak ve öğretmek amacını gütmektedir.
Büyük kumandan ve devlet adamı, Türk ulusunun ancak ileri bir kültüre sahip medenî bir millet olarak yaşayabileceğini çok iyi bildiği için “Milletimizi muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız” diyerek, Türk Milletinin gelecekteki yolunu kesin olarak çizmiş bulunuyordu.Ne nıııtlu Türküm diyene! vecizesiyle her Türk’ün kalbini tutuşturan Atatürk’ü her zaman içimizde duyuyor ve bütün varlığımızla O’na bağlı bulunuyoruz.
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü